Angel Karaliyçef
Ünü ülkesinin sınırlarını aşmış Bulgar hikâye ve masal yazarı. Bulgaristan’ın kuzeyinde köylü bir ailede dünyaya geldi (1902). Liseyi, ülkenin eski başkentlerinden Tırnova’da bitirdikten sonra 1920’li yıllarda, kimya okumak üzere Sofya Üniversitesi’ne kaydını yaptırdı, ancak başarılı olamadı. Hür Üniversite’nin diplomasi dalından mezun oldu (1928); ülkesine klâsik diplomasi yollarıyla değil, edebiyat diplomasisiyle uzun yıllar hizmet etti. Başkente gelince edebiyata ilgisi iyice belirginleşti; dâhil olduğu sol eğilimli edebiyat çevresinin çıkardığı gazete ve dergilerde, çoğunu takma adlarla imzaladığı yazılarına yer verildi. 23 Eylül 1923’te, Bulgar köylü ve işçi sınıfının önünü çektiği ve dünya tarihine faşizme karşı ilk başkaldırı olarak geçen Eylül Ayaklanması’nın kanlı şekilde bastırılması iç dünyasını sarstı, Bulgar’ın Bulgar’ı kıyımdan geçirmesi kalbinde derin travma açtı. İlk hikâye kitabıyla (Çavdar, 1925), daha çok şiirde yansımasını bulan Eylül Edebiyatı akımının düzyazıda temsilcisi oldu; lirizmin ve romantikliğin ağır bastığı anlatım tarzını benimsedi. Bu yıllarda bazı çocuk yazarlarının teşvikiyle masallar kaleme almaya başladı ve böylelikle yıllar içinde kendisini en çok okunan yazarlar arasına sokacak edebiyat mecrasını bulmuş oldu. Öncüllerinin yaptığı gibi halk masalını yeniden anlatma kolaycılığına kaçmadı, ama yenilikçi bir yaklaşım sergilemeyi yeğledi – masalın iskeletini aldı ve farklı bir yorumlamayla onu yepyeni bir havaya büründürdü. Hikâyelerinde de halk dağarından ve anlatı geleneğinden alabildiğine yararlandı, ama kendi dünya görüşünü, bakışını ve yorumunu katarak ortaya bambaşka eserler çıkardı. Klasik hikâye yapısına sadık kalmadı, söylemek istediği sözü, vermek istediği mesajı coşku ve lirizme büründürdüğü duygunun gücüyle dile getirdi; duyguyu önemli anlatım öğesine dönüştürdü. Eserlerinde masal, efsane, söylence, şiir ve hikâye unsurlarının ustaca harmanlandığı görüldü. Karaliyçev, farklı yıllarda çeşitli amaçlarla ziyaret ettiği ülkelerle ilgili (İspanya, Sovyetler Birliği) izlenimlerini de kaleme aldı. Seyahatname türünün alışılagelmiş şemasını izlemek, kronolojiye sadık kalmak, okuru rakamlara ve verilere boğmak yerine, o an aklına ve kalbine düşen duyguyu, benzetmeyi, karşılaştırmayı öncelemeyi yeğledi. Tarihin debdebeli anıtları ve şaşaalı izleri arasında sıradan insanı gördü. 1939’da bir haftalığına ziyaret ettiği İstanbul’la ilgili seyahat notlarında da bütün bu özellikler öne çıktı. Hayatının son döneminde ağırlığı Bulgar halk masallarına yeniden hayat verdi, ayrıca dünyadan masalların toplandığı derlemelerle masalı büyüklere de sevdirdi. Türkçeye ağırlıkla masalları ve az sayıda hikâyesi tercüme edildi. Balkanların Andersen’i olarak tanıtıldı ve bu kimliğiyle gönüllerde taht kurdu. 1972’de Sofya’da hayata göz yuman yazarın evi, vasiyeti üzerine, çocukların hizmetine sunulan müze olarak faaliyet göstermektedir.
Eserler yükleniyor...