Arka kapak
Öyle bir çığlıkla attı ki kendini Âdem uykusundan, gerçekte çığlık atıp atmadığını bile bilmedi. Ama iki uyku arasında rüyasının bölündüğü gün gibi gerçekti. Ve başına bir şey gelmiş gibiydi.
O zamansızlık zamanında, cennet ırmağının kıyısında Âdem onunla göz göze geldi. Kuşları, tüyleri ürkütmekten korkarcasına elini uzattı yavaşça. Parmaklarının ucundan dökülen yaseminleri gösterdi. İçine dolan ses ve ışığa, sevince sarmaşığa, usulca, sen kimsin, dedi. Bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi.
Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum.
Sonra döndü Âdem’e, aklına bir şey gelmişti.
Sesi, bengisular gibiydi.
Bana, dedi, bir isim ver, varlığım olsun.
Durdu, aklından yeni bir şey geçti. Bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
Bir “ile” koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.
Editörün görüşü
Arapça olumsuzluk edatı olan Lâ’yı, kendiliğinden değil bile isteye kabul bilincindeki olumsuzluk aşaması olarak yorumlayan metin, Âdem’de toplanmış insanlık manasını hikâyenin diline yaslıyor. Gaybın lisanının yer yüzü kelimelerine çevrilemeyeceğinin bilincinde olduğunu, bu nedenle metninin aynasını dolduran onca anlatının “birer temsil, birer mecaz” olmaktan öte anlam taşımadığını peşinen belirten Bekiroğlu, metnine dair pek çok ipucunu da “Lâ Sahifesi” adını verdiği Giriş’te bir araya getiriyor.
Kuranî Kıssa’ları “üzerinde düşünülecek ve ibret alınacak” birer okuma alanı olarak yorumlarken Âdem’in gaybî yönünü Sünni akideye dayandırmaya azami özen gösterdiği gözden kaçmayan Bekiroğlu, romancı muhayyilesini de temel mesajla çelişmemek kaydıyla devreye sokuyor.
İyilik ve kötülük, kötülüğün varlık nedeni, gerekçeleri romanın ana meseleleri olarak öne çıkarken Bekiroğlu iyi ile kötünün zannedildiği kadar birbirinden uzak olmadığını, kötülüğün temsilcisi olarak romana yerleştirdiği Şeytan ve Kabil figürlerinde hissettiriyor. Ve şefkatini neredeyse bu figürlerden de esirgemiyor, yani anlamaya çalışıyor. Ancak Lâ Sahifesi’nde, metnini anlatma nedenini anlama çabası olarak izah eden Bekiroğlu, kötülüğe dair bütün anlama çabasına rağmen mutlak ahlâkın tartışılmazlığı noktasında nihai tavrını belirliyor. Ve sadece insanı değil, ağacı, toprağı, kuşu ve romanın soylu ve mahzun figürü at’ı da bu ayrımda taraf olmaya çağırıyor.
En önemli cümle
Söz buraya gelince o büyük melek, Âdem’i, kanadıyla tekrar usulca okşadı. Âdem’e, dünyanın da onun üzerindeki hakkını hatırlattı. Derin yar’ın kıyısında, dünya göklerinin altındalardı.
Unutma, diye başladı:
Her şey senin için yaratıldı ama dikkat et sen her şey değilsin.
Dünya boyun eğicidir ama sen zalim efendi değilsin.
Yeterli sayıyorsun kendini kendine. Oysa hiç yeterli değilsin. Muhtaçsın, ihtiyaçsız değilsin.
Her şey senin emrinde doğru, ama âmirliğe kalkışma.
Bil ki kalıcı değil geçicisin, sahip değil misafirsin. Sabit değil iğretisin.
Bu kitap neden önemli
Lâ: Sonsuzluk Hecesi romanı hakkında söylenebilecek en önemli husus, anlatım özelliğidir. Lâ: Sonsuzluk Hecesi öncelikle bir üslûp denemesidir. Bekiroğlu, bir edebî eser için anlatımın, dilin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bir kez daha. Eser, bu konuda takdire şayan. Üslûbun ötesinde, Bekiroğlu insanın "kendisinden söz edilir bir şey" haline gelmesini anlamaya, anlatmaya çalışıyor. Bir "olma bilinci" var romanın odağında, beşerin insan olması. Âdem figürü ister tarihsel ister temsilî olsun bu kıssa, insanın kozmik kaderine ilişkin bu hakikati özetler.
Anahtar kelime
Aşk, Benlik, İnsan, Beşer, Roman, İyilik, Kötülük, Tabiat